Keyf-i Deniz

Eski Profesyonel Balıkçılara Dair

Eski Profesyonel Balıkçılara Dair Vapur iskelesinden çıkıp da tarihi yalının yolunu tutarken geçen sohbetimizde bahis konusu ettiğimiz Türk matbahına girmeyen balıklar hakkında zihnimde birçok istifham beliriyor. Acaba eskiden girmekte idi de, şimdi mi girmiyor? Şayet bugün girmiyorsa bunun mesuliyetini balıklara mı, yoksa onları avlayanlara mı yükleyeceğiz? Bu nefis bazı balıklardan mahrum olma hususunda, herhalde balıkları kabahatli bulmaya hakkımız yok. Sakın balıkçılarımız eskiden beri bilinen ve kullanılan balık avlama usullerini unutmuş olmasınlar ? Bugün balıkçılığı yalnız ticari bir mevzu telakki ediyoruz. Dün bu mevzuda, daha ziyade tadına, zevkine olan düşkünlük hakimdi. Bunu da temin eden profesyonel balıkçıların hem emniyet hem keyfiyet itibariyle bugüne nispetle çok bariz bir ehliyet taşımaları idi. Mesela her köyün belli başlı birkaç balıkçısı vardı. Bunlar yaşadıkları köy ekabirinin her gün kapılarına uğrar; nadide balıklar getirip sattıkları gibi, müşterilerinin herhangi bir ziyafetleri veya bir arzuları olursa ona göre nadide balıklar getirebileceklerini temin ederler ve sipariş de alırlardı. Mesela yarın bir ziyafetiniz var… Misafirleriniz izzet ve ikrama layık kimseler. Bunlara bir levrek mayonezi ikram etmek istiyorsunuz. Kahyanızı veya ahcınızı çağırdınız. “Haydi git Hisar’a, Balıkçı Tahsin Efendiyi bul, bize yarın şöyle 3-5 okkalık bir levrek getirsin” emrini verirdiniz. Ertesi gün, sabahleyin güzel bir çövalyeye yosunlar, defne yaprakları döşenilerek üstüne kuzu gibi yatırılmış şahane bir levrek getirirler, önünüze koyarlardı. Yahut mesela işinizden gelmişsiniz, ev esvabınızın hafif nesçi içinde vücudunuza, sıhhatinize, Boğaz’ın güzel bir akşam havasını rıhtımınızda ikram ederken tertemiz kayıklı, tertemiz giyimli, kıvırcık saçlı, pos bıyıklı Koçara Usta gelir, yerle bir temanna çakardı. “Paşam” derdi, yarın size ağzınıza layık Beykoz kalkanları getireceğim isterseniz. Bir demezelik 3-5 pavurya… “Bu teklif Boğaz’ın şuh nefesleriyle okşanan varlığınızda iştahınızı kışkırtır, size “Hay hay” dedirtirdi. Ertesi gün hiç hilafsız yine Koçara gelir; çövalyesine kuru ot demetleri yerleştirerek üstüne otlarla ayıra ayıra sıraladığı birer buçuk okkalık halis kalkan yavrularını erguvan dallarıyla süslemiş olarak sürer; diğer bir piyata içinde de defne dallarıyla bezenmiş ve mercan gibi koyu narçiçeği halinde pişirilmiş 3-5 pavuryayı mezelik olarak sunardı.Bu öyle bir alışveriş idi ki ,sizin müşteri vasvınızı bir semahatle hüviyetlendirdiği gibi hatırınızı da bir şükran hissiyatıyla okşardı.Keseye davranırdınız.Boğaz’ın tertemiz suyundan henüz canlı canlı getirilmiş bu taptaze balıkları için iki gümüş mecidiye uzatınca Koçara, ellerini o sonsuz göye kaldırır, sıhhat ve afiyetinize tam bir saffet ile dua ederdi. Geçenlerde kaybetmiş olduğumuz Bebekli ihtiyar balıkçı Lütfü Efendi’yi gel de hatırlama. Kendisi öyle zannediyorum ki bu sohbetimizde tarif ettiğimiz balıkçı tipine bir misal olarak gösterilebilirdi. Dalyandan satın almış olduğu balıkları bir metre uzunluğundaki geniş çövalyesine binbir itina ile sıralar, üstünü taze yapraklarla örter, tartarkende balıkları öyle güzel bir tutuşla teraziye kordu ki ,imrenirdiniz. -Biz evvelce şu Boğaz’da levreğin en güzelini, barbunyanın en tazesini, pisinin en iyisini, kalkanın en dolgun ve en nefisini, mezgitin en alasını, dişli kayanın her yerde bulunmaz çeşidini, gelinciğin fevkaladesini, iskorpitin yarım kiloluklarını, eşkinanın 2-3 kiloluklarını yok bahasına aldığımız gibi hastalarımız için de sepet izmariti, güzel dil balığını; kanatları renk renk kırlangıç balıklarını bulurduk. ASAF MUAMMER/ İSTANBUL BALIK KÜLTÜRÜ KİTABINDAN ALINTI.